california sendromu – dertli sözlük
'aman banane' cilik olarak da tanımlayabileceğimiz, bilim insanlarının; 5-10 seneye kadar literatürde yerini alacağını düşündükleri yeni, modern çağ hastalığı.
efendim, daha ziyade 'zengin' ve 'modernleşmiş' kişilerde görülen bu hastalık, "ben iyi olayım da,kime ne olursa olsun" ,"fakirler ölsün porsche'dan selamlar", (*) "en iyisi 'ben' im ve benim" ve sair anlayışını barındırıyor özünde.


şaşırtıcı olan şudur ki; bilimin henüz tanımlamaya çalıştığı bu hastalığa, üstad bediüzzaman 80-90 sene evvelinden işaret ediyor. hatta o kadar isabetli ki, (*) risale-i nur'dan hastalığı almışlar, adına da 'california sendromu' demişler gibi.

fakaaat, siz değerli dertlilere müjde! (*) islam öyle güzel bir din ki; zekat, faiz gibi başlıklarla bizleri bu hastalıktan koruyor.



ve üstadın müslümanları uyardığı alakalı bölümü şuracığa iliştiriyorum..

" binler mesâilinden yalnız nümune olarak üç-dört mes'eleyi göstereceğiz. evet kur'anın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. daima gençtir, kuvvetlidir. meselâ: medeniyetin bütün cem'iyat-ı hayriyeleri ile, bütün cebbarane şedid inzibat ve nizâmatlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, kur'an-ı hakîm'in iki mes'elesine karşı muâraza edemeyip mağlub düşmüşlerdir.

meselâ: وَاَقِيمُوا الصَّلوَةَ وَآتُوا الزَكَوةَ وَاَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَوا kur'anın bu galebe-i i’câzkâranesini bir mukaddeme ile beyân edeceğiz.
şöyle ki: "işârât-ül i'câzda" isbat edildiği gibi bütün ihtilalat-ı beşeriyenin madeni, bir kelime olduğu gibi bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi, bir kelimedir.

birinci kelime: "ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne."
ikinci kelime: "sen çalış, ben yiyeyim."

evet hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avâm, yâni zenginler ve fakirler, müvazeneleriyle rahatla yaşarlar. o müvazenenin esâsı ise: havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir.
şimdi birinci kelime, havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevketmiştir.
ikinci kelime, avâmı kine, hasede, mübarezeye sevkedip rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selbettiği gibi; şu asırda sa'y, sermaye ile mübareze neticesi herkesçe mâlûm olan avrupa hâdisat-ı azîmesi meydana geldi. işte medeniyet, bütün
cem'iyat-ı hayriye ile ve ahlâkî mektebleriyle ve şedid inzibat ve nizâmatıyla, beşerin o iki tabakasını mûsalaha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müdhiş yarasını tedâvi edememiştir.

kur'an, birinci kelimeyi esâsından "vücub-u zekat" ile kal'eder, tedâvi eder. ikinci kelimenin esâsını "hurmet-i riba" ile kal'edip tedâvi eder. evet, âyet-i kur'aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır der. "kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız" diyerek insanlara ferman eder. şâkirdlerine 'girmeyini' emreder." yirmibeşinci söz/birinci şu'le...
tıp literatüründe, kaliforniya'da sık görülen ve sahte görme kayıplarına verilen ad. bildiğim kadarıyla henüz geniş anlamda terim olarak kullanımı mevcut değil. bazı amerikalıların, kaliforniya'da yaşayan insanları eleştirmek için kullanabilecekleri adlandırma. bununla, los angeles'ta hollywood gibi mekanlarda yaşayıp dünyayı kendi etrafında dönen insanları bir eleştiri ifade edilebilir. bizdeki kullanımı ise, bildiğim kadarı ile mustafa merter ile başlamıştır. ben merkezli, kişisel isteklere odaklanıp yaşamak, ve sonrasında herşeyi olduğu halde düşülen ruhi boşluğu ifade etmekte kullanılabilir. bu konuda mustafa merter'in dokuz yüz katlı insan adlı kitabına müracaat edilebilir.