karpuz kabuğundan gemiler yapmak – dertli sözlük
recepten mehmet'e "acemi nalbant gevur eşeğinde öğrenirmiş, sende bizim kafada öğrendin valla."
(bkz:traş sahnesi)
sanatsal ve türk sinemasında kült olabilecek bir film.
yanınızda tırmanma aparatı olmadan evereste çıkmaya çalışmaktır.
nefes almadan yaşamaya çalışmaktır.
bir adamın bir ömür boyu yüreğinde taşıdığı tutkudur....
ahmet uluçay'ın, heyecan dolu yüreğinden çıkma muhteşem bir film. heyecan olunca, kıt kanaat imkanın bile güzide eserler ortaya çıkarabileceğinin numunesi, ilham kaynağı.-gımılda-ensesinden, ensesinden-netcen o gadar pareyi? -sinema açcez ya. -gabak mevsimi geldi gabak-ceviz?...
“çocukların, delilerin ve kedilerin olmadığı bir film düşünemiyorum.” diyen ahmet uluçay 'ın hikayesi çok güzel, doğal ve umut dolu ilk uzun metraj filmi. ana karakter iki oğlanın kasabaya çalışmak ve iş öğrenmek için gitmesi, bana küçüklüğümde tam tersi olarak annem ve kardeşimle köye tüm yaz tarlada çalışmaya gittiğimiz günleri hatırlattı. bende tavukları ve köy çeşmesindeki kurbağaları videoya çekerdim. hey gidi günler... filmin en güzel kısmı da insanın kendisinden, çocukluğundaki umutlarından ve acemi çabalarından çok şey bulabilmesi. mesela film şeridinden gözlükler yapmış olan yaramaz ama çok sevimli iki küçüğe rastlıyoruz. resim linkte https://hizliresim.com/gkbdfv
i̇zleyin, izlettirin efendim. ben ardımdan gelen kuzenlerim ve yeğenlerim için bu filmi izleme, sonrasında tartışma programı hazırladım bile.

filmin ana konusuna ilişkin spoiler vermeden bana garip gelen birkaç unsuru da yazmadan geçemeyeceğim.
i̇lki recep'in ezilmiş, çürümüş karpuzlarını her gün alan kadının ona hitabı. örneğin ''bizim oğlan!'' diyeceği yerde kadın küfürlü bir sıfat kullanıyor. çocuklar da utangaç zaten, garibim bir şeycik diyemiyorlar. ne bu kadına ne ustalarına ne de zaten kopuk olan filmlerini fırsatını bulduğunda atan, yakan annelerine.
diğer unsur recep, mehmet ve deli ömer yukarılardan asılmış korkunç oyuncak bebekler sarkan karanlık sokaklardan geçerken gördüğümüz elindeki sopayı hızlı hızlı yere sürten, siyahlar içinde ve demir döküm tavada bir çift -kulak mıydı neydi anlayamadım- garip şeyi kızartan kadınlar. birde bu kadınlara recep'in annesinin film şeritlerini yakmak için girdiği oda gibi yerde rastlıyoruz. hakikaten içimi ürperten sahnelerdi... (*)
son unsur ise recep'in dedesinin mezar sandukası. çocuk her gece gidiyor, mumları yakıyor ve sandukanın başındaki testiyi dolduruyordu. en sıkıntılı kısmı recep'in işlerini yoluna koymak için her gece dedesinden yardım istemesi. o an şunu düşündüm recep'in yanına gitsem ve desem ki ''yavrucuğum, ölülerden yardım istenmez. yalnız allah'tan yardım dilenir.''