mehmet genç – dertli sözlük
1934 doğumlu bir tarihçi. ankara üniversitesi mezunu. iktisat tarihi alanında çalışıyor. şu anda istanbul şehir üniversitesi kadrosunda. çeşitli üniversitelerde dersler vermiş. acayip bir birikime sahip. muhafazakar entelektüel olarak tanımlanıyor. müslüman adam diyelim.
osmanlı imparatorluğunda devlet ve ekonomi isimli bir kitabı var. bunun dışında tamamen kendi eseri bir kitap mevcut değilmiş sanırım. kendisiyle tanış olan birinin söylediğine göre sebebi kul hakkına girmekten korkmasıymış. malum, tarih alanı çok objektif ve somut bilgilere ulaşılabilen bir alan değil. bugün doğru kabul edilen şeyler, yıllar sonra yanlış bulunabiliyor. o da bundan endişe edip çok fazla eser bırakmamayı uygun görmüş.
osmanlı imparatorluğunda devlet ve ekonomi kitabıyla, "türkiye yazarlar birliği" tarafından fikir dalında ödüle layık görülmüş vakti zamanında. okumadım ama kitap oldukça el üstünde tutulan bir eser gördüğüm kadarıyla.
ayrıca çok kibar adam. bir gün okulda merdivenlerde karşılaştım, selam verdi. halbuki tanımaz etmez.(*)


hakkında bir de belgesel varmış. çok beğenilmemiş ama ilgilenen olursa:
(http://www.youtube.com/watch?v=ekv9sj8qq6q&feature=related)
(http://www.youtube.com/watch?v=jwzlggqxp54&feature=related)
allah rahmet eylesin. mekanı cennet olur inşallah.kendisini ilk kez genç dergi'nin nisan 2018 sayısındaki röportajıyla tanımıştım. röportajın şu kısmı ise beni çok hislendirmişti. vefat haberini duyunca aklıma bu kısım geldi. dertli sözlük halkı ile de paylaşmak isterim.''üniversitede okurken verem rahatsızlığınız ortaya çıkmış. çok zor bir süreç olmalı. ondan biraz bahsedebilir misiniz?mülkiye’nin son sınıfında iken biraz fazla çalışmışım, çok iyi notlar verdiler, burs kazandım. burs için sağlık raporu almak gerekiyor. ben de rapor almak için gittim. ciğer filmi çektiler ama küçük filmdi. orada verem gördüler, tüberküloz filtrasyon. tabii bugünlerin belki kanseriyle bile kıyaslanamayacak bir hastalık. ölümcül, tedavisi yok.kanserle kıyaslanmaz elbette, kanserin tedavi edilen bir sürü türü var. tüberküloz ince hastalıktı ve götürürdü. şöhreti o idi. siz mesela ilk öğrendiğinizde ne hissettiniz?ben kendimi gayet iyi hissediyordum. sigara da içmiyordum. dedim ki bu yanlış oldu herhalde (gülüyor). bende tüberküloz olmaz. doğru dürüst bir film çekilsin de anlayalım dedim. büyük film çekildi ve doktor aydınlanmış cama koydu, baktı, gözleri açıldı, çok heyecanlandı. ve bütün asistanlarına “gelin, gelin arkadaşlar!” dedi. ben bekliyorum ki “sende bir şey yok, o film yanlışmış” raporu yazıp verecek.küçük filmde görüldüğünden çok daha muhteşem bir tüberküloz manzarası gördü ve çok heyecanlandı adam. dedi ki “bakın, ders kitaplarında baktığınız tüberkülozun çok muhteşem bir örneğini görüyorsunuz. böylesi az rastlanır.” ve heyecanla detaylarını anlattı. tabii ben tüberküloz olduğumu o anda anladım. gençken hızlı düşünüyor insan. tamam öleceğiz güzel, ama bu adamın bu heyecanı nedir? (gülüyor) yani 20 yaşındaydım o zaman; 20 yaşında bir adam, idama mahkûm, ölüme mahkum ve adam heyecanla ilmî bir şey anlatıyor. gerçekten çok etkilendim. “bu,” dedim, “i̇lim heyecanıdır.” yani kafasındaki bir modelin örneğini görünce çok heyecanlandı. ben ölecekmişim, kalacakmışım o problem değil diye düşündü adam. ondan sonra ben ilim yapmaya karar verdim. yani o yakalandığınız “ölümcül” hastalık sizde ciddi bir ilim aşkı oluşturdu.evet aynen öyle.sonra ne oldu?6 ay hastanede sırt üstü yattım. epey ileriydi rahatsızlığım. o küçücük mikroorganizmalar ancak büyüteçle, mikroskopla görebildiğimiz o küçük varlıklar muazzam bir irade ile bizimle mücadele ediyorlar. hamd olsun şifa bulduk. allah’ın bir lütfu da şu oldu: eğer fazla çalışıp da o bursu kazanmasaydım o hastalığı bilemeyecektim ve kendim iyiyim falan derken herhalde 1 sene sonra ölebilirdim. hastanede yattığınız süreçte neler yaptınız?bol bol okudum. osman yüksek serdengeçti, allah rahmet eylesin, çok önemli bir adamdır. rahatsız olduğumu öğrenince sık sık ziyaret etti beni. bana dostoyevski’nin kitaplarını getirdi. ben o zamana kadar roman filan okumuyordum. ben başka şeylerle uğraşıyordum, felsefeyle matematikle vs. roman, hikâye bunlar bir şey değildir diye düşünüyordum.dostoyevski, ilk okuduğum romancı oldu. gençlere tavsiyem dostoyevski’yle başlamasınlar. dostoyevski’yle başladıktan sonra başka roman okuyamaz insan (gülüyor). o kadar derin bir adamdır. çok etkileyici. osman abi bütün dostoyevski kitaplarını getirdi. bir de tesadüf, romanlarında 19. yüzyıl rusya’sını anlatıyor. her romanında mutlaka veremden ölen bir adam var (gülüyor). şimdi siz onu bilmezsiniz, ben dikkat etim hepsinde bir veremden giden olur.''röportajın tamamı --> https://gencdergisi.com/12407-yuruyeceginiz-yolu-kendiniz-insa-edeceksiniz.html
hakkında şükrü hanioğlu'nun yazdığı bir yazı;her şeyin kötüsünün iyisini piyasadan kovduğu, her alanda gresham kanunun geçerli olduğu bir toplumda mehmet genç kalibresinde bir âlimin vefatının gündemin alt sıralarında kalması şaşırtıcı değildir. pek çoğu gerçek üniversitelerde memur olamayacak “akademisyenler”in sabahtan yatsıya televizyonlarda ahkâm kestiği bir ülkede kelimenin literal değil aslî anlamında “âlim” bir insan olan merhum genç, temel değerlendirme ölçütleri “televizyon” görünürlüğü ve “sosyal medya” tık sayısı olan piyasadan “kovulmuş,” buna karşılık, osmanlı ekonomik, malî ve iktisadî düşünce tarihimizi anlamamıza yaptığı büyük katkılarla, yaşamı süresince “hoca,” vefatı sonrasında geride bıraktığı eserleriyle “emvât-ı lâyemut” mertebesine ulaşabilen nadir bilim insanlarımızdan birisi olmuştur. akademisyen prototipinin az çalışan, çok konuşan, mütehakkim, mütekebbir ve müteazzım karaktere sahip olduğu, ideal tarihçinin temel niteliğinin ise malumatfuruşluk olduğunun düşünüldüğü toplumunda “zaaf” olarak görülen “mütevazı” kişiliğe sahip, doktora derecesini değil çalışmasının kalitesini ön plana aldığı için uzun yıllar düşük dereceli kadrolarda istihdam olunan merhum genç’in bu makamlara ulaşmayı tercih ettiği şüphesizdir. mehmet genç, kısa süre bürokraside çalıştıktan sonra 1960 yılında o dönem osmanlı tarihi araştırmalarının en önemli merkezlerinden birisi haline gelmiş olan i̇stanbul üniversitesi i̇ktisat fakültesi i̇ktisat tarihi enstitisü kadrosuna katılmıştı. cumhuriyet tarihinin en önemli tarihçisi merhum ömer lütfi barkan’ın başında bulunduğu bu kurumda çalışma ve doktora programına katılma kararı, şüphesiz, genç’in yapabileceği en iyi tercihti. march bloch ile lucien febvre’in strasbourg’da annales dergisini çıkartmaya başladığı yıllarda bu şehirde doktora eğitimini tamamlayan barkan, tarihçiliğimizde bir dönüm noktası oluşturmuştu. annales ekolü ve braudel’den etkilenerek osmanlı tarihini uzun dönemler içinde ve sosyo-ekonomik kurum ve yapıları değerlendirerek incelemeye çalışan barkan, kafatası ölçümleri, hitit kadavraları incelemeleri ve arkeolojik araştırmalara yoğunlaşan ya da tarihi millî şuur oluşturma faaliyetine indirgeyen yaklaşımların egemen olduğu bir ortamda dünya tarihçiliğindeki gelişimle uyumlu bir araştırma ve tahlil faaliyeti başlatmıştı. osmanlı geçmişini barkan’ın açtığı yolda değerlendirme ve “büyük sorular”ı içi boş mega söylemler ve hamasî yorumlar yerine somut verilere dayanarak cevaplandırma alanında sivrilen akademisyenler arasında önde gelen isimlerden birisi de mehmet genç olmuştur. o da kapsamlı bir konuyu, uzun dönemde şekillenen “büyük resim”i ortaya çıkararak analiz etmeye çalışmıştır. osmanlı sınaî yapıları ve manifaktür işletmelerine ait verileri dönemsel biçimde inceleyerek sanayi devrimi’nin osmanlı toplumu üzerindeki etkilerini araştıran genç, uzun yıllar süren araştırma ve derinlikli tahlilleri sonrasında sadece bu konuyu değil, sınırlı süreli iltizamların yaşam süresince tasarruf olunan malikânelere dönüşümünün malî ve toplumsal neticelerini ortaya koyarak tarihî bir kırılmayı da aydınlatmıştır. genç’in katkılarını, “belge transliterasyonu ve yayımı”nı nihaî hedef olarak gören, son tahlilde, paleografi uzmanlarının daha iyi yapabileceği çalışmalardan -ki tarihçiliğin buna indirgenmesi türkiye’de hâlâ yaygın bir yaklaşımdır- ayıran, derinlikli analiz ve değişik dillerdeki literatürün değerlendirilmesiydi. merhum genç, ince işlenmiş mücevher niteliğindeki çalışmalarıyla ilerleyen yıllarda “osmanlı ekonomisinin temel ilkeleri” üzerinde de ezber bozucu yorumlar üretmeye muvaffak olmuştu. bu değerlendirmeler, topluma mal sunma amaçlı (iâşeci/provizyonist), bu nedenle modern ekonomilerin aksine ihracatı değil ithalâtı teşvik eden, devletin gelirlerini artırmak için malî araçları kullanan (fiskalist), ticaret odaklı, “mirînin kazancı” ile bireylerin zarara uğramasının önlenmesi arasındaki hassas dengeyi sağlama amaçlı, gereğinde para vakıflarını da devreye sokarak sosyal programlar uygulayan ve gelir dağılımı adaletini hedefleyen, “gelenekçi” bir iktisat anlayışını “kendi değer ve uygulamaları” çerçevesinde anlamamızı mümkün kılmaktadır. genç’in çok sayıda mukata‘a kaydından süzmeye muvaffak olduğu verilere dayanan analizleri, on yedinci yüzyılda osmanlı toplumu açısından “duraklama”dan bahsetmenin zorluğunu, bir sonraki asra ise “değişim” ve “dönüşüm” çerçevesinde yaklaşılmasının anlamlı olduğunu ortaya koymakta, manifaktür sektöründe görülen gerilemenin, batı ürünlerinin piyasaya egemen olduğu on dokuzuncu asır öncesinde başladığını, dönemsel olarak “değişmeyen rakamların” kapsamlı “değişimler”e işaret ettiğini de göstermektedir. bu ezber bozucu tespitler, basma kalıp söylemlerle açıklanılmaya çalışılan bir geçmişin ne denli karmaşık olduğunu ortaya koymakla kalmayarak, onun hakkında dile getirilen “zihniyet” temelli eleştiriler ya da abartılı övgülerin anlamsızlığını da açık biçimde göstermektedir. bu çalışmalar, “iktisadî zihniyet”i toplumsal kültür ve değer yargılarından değil bizatihi iktisat “siyasetleri” ve bilhassa da “pratikleri” üzerinden analiz ettikleri için ezber bozucudur. genç’in ufuk açıcı çalışmaları uluslararası düzeyde de osmanlı tarihine farklı açılardan yaklaşılmasını mümkün kılmıştır. ariel salzmann, donald quataert benzeri önemli eserler vermiş bilim insanları genç’in derinlikli tezlerine dayalı analizler yapmışlar, onun tahlillerinden fazlasıyla yararlanmışlardır. uzun yılların emeğine dayalı, ufuk açıcı çalışmalarını, “hac yolunda bir karınca” teşbihiyle değerlendiren genç’in farizasını bihakkın eda ettiği şüphesizdir. püritanist bir iş ahlâkıyla gece gündüz çalışan, işine saygı duyan, yaptığı çalışmanın maddî getirisini değil kalitesini birincil amaç olarak gören merhum, genç araştırmacılar için örnek bir yaklaşım ortaya koymuştur. bu açıdan bakıldığında, genç’in bilimin, araştırmanın fazlasıyla maddileşerek ünvân aracı kaline geldiği, niceliğin niteliğin önüne geçtiği bir topluma sadece eserleriyle değil çalışma ahlâkıyla da katkıda bulunduğu vurgulanmalıdır. onun katkıları değerlendirilirken, bunların yapıldığı ortamın da göz ardı edilmemesi yerinde olur. mehmet genç’in darbeci yüzbaşıların öğretim üyesi tasfiye listeleri yaptığı bir ortamda başlayan akademik yaşamı, kapatılan bir üniversitede sona ermiştir. o, böylesi bir toplumda yapılabileceğin oldukça fazlasını yapmıştır.