victor hugo – dertli sözlük
peygamberimiz hz.muhammed'e bir şiir yazmıştır. ayrıca yapılan çeşitli araştırmalarla victor hugo'nun hiçbir çocuğunun, torununun vaftiz edilmediği, hristiyanların usülüne göre defnedilmediği ve hugo'nun evinde gizli olarak ibadet ettiği tespit edilmiştir. bütün bunlar akıllara victor hugo'nun müslüman olabileceği ihtimalini getiriyor tabi. biz kalplerde olanları yalnızca allah bilir deriz.

victor hugo'nun peygamberimiz için yazdığı "mahomet" adlı şiiri ağrı i̇brahim çeçen üniversitesi dil eğitim merkezi fransızca bölümü öğretim üyesi yakup yaşa türkçeye çevirmiştir. ayrıca yakup yaşa, "7 yıldır yaklaşık 400'e yakın fransızca şiiri türkçe'ye çevirdim. uzun süredir hugo'nun hz. muhammed'e yazdığı şiir üzerinde çalışıyordum. fransa'da çeşitli üniversitelerde görev yapan edebiyatçı akademisyenlerle görüştüm. hugo'nun şiirinin orijinalini bulup türçe'ye çevirdim. çeviriyi henüz bitirdim. üniversitede üzerinde çalışmalarımız sürüyor. hugo şiirinde hz. muhammed'i o kadar güzel anlatıyor ki etkilenmemek mümkün değil. bu anlatımlar hugo'nun i̇slamiyet'le ne kadar ilgili olduğunu gösteriyor." şeklinde bir açıklamada bulunmuştur.


-mahomet -
(hz.muhammed)
vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında durup su içen develeri izliyordu arada sırada böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu. sanki cenneti görmüş, i̇lahi aşkı bulmuştu sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki. tufanın sırlarını bilen nuh'un havası vardı. ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı çok az yer, karnının üzerine taş koyardı. boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı oturur yere, elbiselerini kendi yapardı artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu kutsal kitap kur'an'ı bir kez daha okudu sonra, sancağı, said'in oğluna teslim etti. onlara: "artık aranızdan ayrılma vakti geldi allah birdir, hep onun yolunda savaş" dedi. mahzundu, bakışlarında, yurdundan zoraki sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki yine, her günkü vaktinde mescide geldi, ali'ye tabi olanlar da arkasından geliyordu ve, kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu. benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi "ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan o'dur ey insanlar, o'ndan başka rehberim yoktur onsuz bir değerim olmazdı." bir zat ona : "ey müminlerin gerçek sultanı! seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüne kisra sarayının üç kulesi birden devrildi" dedi. o da: "melekler ölümümü müzakere etti; vakit tamam, dinleyin! eğer herhangi birinize bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde ben ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi; kime vurmuşsam, o da bana vursun" dedi. ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere. yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte ona: "tanrı yardımcın olsun!" diye seslendi. bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi dalgındı; birden, şöyle dedi: "herkes duysun! allah benim adımı andı! bundan emin olun topraktan insan, nurdan bir peygamberim i̇sa'nın getirdiği dini tamamlamaya geldim. ashabım, ben sabır taşıyım, i̇sa tatlı dilliydi. zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi i̇sa benden önce, ama ne tanrıdır ne de oğlu o, gülü koklayan bakire meryem'den doğdu. unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim; şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı; çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti; ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı. tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir cezalarını çekince de, yeniden huzura erişir. ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir; ey inananlar! çektiklerimi görüyorsunuz işte! karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delalete sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini çoğu zaman, yakup gibi, karanlıklar içinde çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle; fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi ben ise, asla, hak davamdan vazgeçmedim onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim savaş boyunca: "bırakın yapsınlar!" diyordum kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki zira sağ ellerine ayı, sol ellerine güneşi versem de, düşmanlarım vazgeçmezdi asla yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta fakat ne olursa olsun geri adım atmadım zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım i̇şte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım şimdi allah'a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım. greklerin hermès'i, yahudilerin de lévi' yi desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak bu soğuk, ıssız geceye elbet güneş doğacak müminler, asla ümidinizi kesmeyin o'ndan zira kronnega dağlarını aslan yuvası yapan, denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla donatan allah, elbet sizleri de koymaz darda. sonra: "o'na inanıp teslim olun " diye ekledi i̇nanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri; hiç kimse tamamen günahsız değildir belki ama çabalayın ki, allah cezalandırmasın sizi namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece o'nun için yere kapanmayan bedenleri yakar o, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar; misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar, ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli i̇ncilerden yapılmış köşklerde oturur her biri cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine! ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde, sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak." biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi sonra, ağır iiadımlarla yürümeye devam etti ardından : "ey insanlar! size sesleniyorum vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin bir hatam olduysa, yüzüme söylesin" dedi. kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi gitti ve ebufleya kuyusunda sakalını yıkadı biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi "şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi" dedi. herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri bakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana, ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler ona birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince "ben artık kalkamıyorum, dedi, ebubekir'e kitap'ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı." eşi aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı ebubekir okuyor, muhammed ise dinliyordu nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu o, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu ve, ölüm meleği çıka geldi akşama doğru "i̇çeri girebilir miyim" diye müsaade istedi "gelsin" dedi. dünyaya açtığı o ilk günkü gibi yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri, ve, melek ona : "allah seni bekliyor" dedi memnuniyetle, dedi. şakakları şöyle bir titredi bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.