dertli itiraf – dertli sözlük
bir şey yazan olmamış buraya, kimsenin bir itirafı yok demek ki, ya da ''çok klişe'' diye yazmamışlar.
ilki benden gelsin. madem sözlüğümüz dertli madem ben dert sahibiyim benim açımdan en fazla sıcak kalması gereken başlıktır. her ders dip dibeyiz onla aynı sınıftayız mecburum sürekli görmeye ama konuşamıyorum hiç. bi çaresini bulursam editlerim. artık kimin umrundaysa ?
lise de bir çok imam-hatipli gibi i̇slamcıydım, allah affetsin muhyiddin i̇bn-i arabi zat-ı pak-i şahanelerine ve mevlana celaleddin rumi hazretlerimize i̇slam alemi'ni ''geri bıraktıkları'' için kızan anakronik bi vakıaydım. patalojik bir vakıa olduğunu da düşünüyorum. içine doğduğum dünyanın da tesiri yok mudur? vardır elbet. fakat mutlak anlam da fail ve müessir allah olduğundan bahane olamayacak bir sebeptir. cidden allah beni affetsin. o mübareklerin de şefaatlerine nail eylesin.
ilkokul iki veya üçüncü sınıftaydım. sınıfımızda daha okumayı sökememiş bir arkadaş vardı. ismi de ilk defa duyacağımız türdendi. bizden geri olduğu, temizliğe pek dikkat etmediği ve tuhaf bir tipi olduğu için pek sevmezdik. zaten okulun yakınındaki cingan mahallesinde kalıyordu. bizim evimiz ise uzaktı. okula gitmek için epey yürürdüm. bir gün köyde ileri geri giderken bu arkadaş bizim evi öğrendi. kısa bir süre sonra da bir sabah beni okula çağırmaya gelmiş. okulun yanından ta bizim eve beni çağırmaya gelmek. daha yemek yiyoruz, yemek bitince ben okula giderim dedim. nezaketsizliğe bak. annem veya babam onu sofraya davet etti. o da hiç çekinmeden bir yiyor bir yiyor. ben ise yüzümü ekşitip duruyorum. bir gün o kaşığın benim de ağzıma gireceğinin hesabını yapıyorum. hiç hoşuma gitmeyerek okula doğru beraber yürüdük. kendimden utanıyorum. evinde yemek yiyemediği için ailesinin göndermiş olabileceğini hiç düşünmedim. çocukluğuma verin. biz beşinci sınıfa geçmeden o başka bir okula geçti. bir daha da görmedim. asıl aptal olan benim diye düşünüyorum aklıma geldikçe.
yillar sonra hatirlanan anilari icerebilir. karanliktan ve geceden korkardim. annem gece odasina cekilince, ortalik sessizlesirdi, korkardim annem olecek diye. kardesim o zamanlar bebekti, onu rahatsiz eder uyandirirdim, annem kardesimin aglamasina uyaninca , oh iyiymis, olmemis diye gonul rahatligi ile uyurdum. canim annemin de uykusu bolunur, kardesimi tekrar uyutmak icin cabalardi. hos, hala gece kalkip annemle babama bakiyorum iyiler mi diye, rabbim herkesin anne babasina hayirli omurler versin.
dün tavukların suyunu tazelemek için çeşmeden su doldurmaya gittim. ben gelene kadar tavukların bölgesini bahçeden ayıran naylonun bir kenarı açılmış ve tavuklar bahçeye dalmış. bahçeye zarar vermemeleri için hemencecik onları toplayıp geçtikleri yerden kendi bölgelerine kovalayacaktım. acelecilik ve belki bir anlık öfke ile bir tanesini tuttuğum gibi üç metre öteye fırlattım. normalde canının bile yanmaması gerekirdi ama topallamaya başlamış. uçarken ayağını naylon gergiyi tutan bir çomağa çarpmış olmalıydı. o kadarcık çarpmayla da bir şey olmazdı ama nasıl olduysa ya bacağı ters dönmüş ya da çıkmıştı. hepsini topladıktan sonra topal olanın yanına gittim. kümesin en hayat dolu, en iştahlı tavuğuydu. şimdi ise tüylerini kabartmış, kanatlarını salmış ve başını gövdesine doğru çekmiş keyifsiz keyifsiz tek ayak üstünde duruyordu. tam da koşup gezme mevsiminde bacağından olmuştu. cezalandırdığınız hayvanlar size bir süre yaklaşmazlar ama bu tavuk bütün bunların sorumlusu sanki ben değilmişim gibi bekleyerek beni kahretti. ben başka işlerimi hallediyordum, o da tek ayak üstünde sekerek kümesine kadar gitti. belki sadece moramıştır ümidiyle bugün inceledik ve gördük ki bacağı boşta. yarın keseceğiz. diğer tavukların ise hiçbir şey umurunda değil ya da olan bitenin farkında değiller, boğazlarına bakıyorlar.
ben namaza geç başladım. büluğ çağına girdikten sonra çevrenin "aaa.. namaza başlamış, maşallah, tü tü tü..." gibi rahatsız edici sözlerinden çekindim. belki biraz da tembelliğimizden günde beş kere abdest alması zor geldi. nihayet abilerin çetele tutturması namaza başlamam için bahane oldu ve namaza başlama durumumu çevreye açıklama ezikliğinden beni kurtardı: "abiler ya, çetele tutturuyor da." ergen mantığı işte. ama üç buçuk ay üzerime borç kaldı. neyse daha sonra okulun saatlerinden dolayı bir üç buçuk ay da öğle ve ikindi namazlarım kazaya kaldı. üzerimdeki borçların biriktiğini ve bu vakitlerin sayısını belirlememin zorlaştığını farkedince bunları hesapladım ve kazasını kıldıkça işaretlemek üzere bir kağıda not ettim. bu kağıdı da en çok yanımda taşıdığım şey olan cüzdanımda sakladım. aradan oniki yıl geçti ve bu kaza borçlarını işten güçten tembellikten ancak geçenlerde bitirip tertip sahibi oldum.
i̇lkokulda sınıf arkadaşlarımdan selim'e içinde taş olan bir kar topu atmışlığım var. i̇sabetli bir atıştı maalesef.
lise 1. sınıfta kendi sırama top haline getirilmiş kağıtlar koymuş ve matematik hocama: "hocam, oğuz hep kağıt atıyor! beni rahatsız ediyor!" demiştim. gıcıktım o çocuğa, yaptım. hoca gözümün önünde iki sıfır çaktı. oğuzun kredisi yetmedi, sınıf tekrarı. ha, sonra ne mi oldu... can ciğer ahbap olduk, nasıl olduysa...

--- --- --- --- ---

i̇lkokuldayken pazartesi günleri hamur işi günüydü. fakir bir mahallenin çocukları olarak evlerimizde hamur işi pek yapılmazdı. durum böyle olunca sabahları pastahaneden dilim yaş pasta alırdı herkes. üçüncü teneffüs beslenme saatiydi ve ben herkesin aklına o iğrenç sözlerimi sokardım: "lan oğlum, o sizin çikolata tanesi diye yediğiniz koyun boku! daha bu yaz köyde gördüm! çuval çuval toplayıp şehre getiriyorlar! siz de yiyorsunuz!"

(5 dakika sonra.)

herkes ağzını tutarak tuvalete koşar, onur, hayta (*) ve ben bütün yaş pastaları yerdik.