hürriyet – dertli sözlük
köle yahut bağımlı olmama..

said halim paşa der ki:

hürriyet, müslümana, kabul ettiği din ve rehber tanıdığı ahlak tarafından verilmiş bir vazifedir. çünkü bütün müslümanlar, doğruyu bilmeye ve tatbik etmeye mecburdurlar. bu sebeple her müslüman, elinden geldiğince hür olmak vazifesi ile mükelleftir.
bir dönemin amiral gemisi olarak nitelendirilen gazetenin adı.
şu durumda gemi su almış gibi, zaten amiral filan da kalmadı. kaçmış gibi !
mehmet niyazi 17 ekimde türk edebiyatı vakfındaki sohbetinde şöyle bahsetmişti(mealen tabi) :
hürriyet fransada ortaya çıkmış bir kavram değildir.
allah bezm-i elest te " ben sizin rabbiniz değil miyim" diye sordu, "ben sizin rabbinizim" demedi. bu allah'ın kullarına verdiği iradedir.
"hürri̇yet allah'in beşere lütfudur."
hür olma halidir. bireyin iradesinde ve eylemlerinde kendisi gibi bir insana bağlı olmama durumudur. özgürlükten farkı ise; hürriyet, irade ve eylemlerdeki serbestliği ifade ederken, özgürlük öz-kalu beladan gelen-serbestliğidir. daha da açacak olursak, hürriyet kişinin kendisi gibi bir insan karşısında eylem ve iradesindeki serbestliğidir. özgürlük ise kişinin kendisini heva ve heveslerden kurtarıp, ruhunu serbestliğe ulaştırmasıdır. yani nefsin heva ve hevesleri sonucu hapsolan ruhu, bu esaretten kurtarmaktır. özün uyanışıdır.
i̇slam üzere olana teslim olan lakin "kardeş bir dakika. biz allah'tan başkasına boyun eğmeyiz" diyen kişinin kalbine üflenmiş olandır. bu kavram muhafazası gereken, i̇slamı yaşama gayesinde bir araç olacak temel kavramlardandır diyebiliriz. dönüp bakarsak görebiliriz ki hangi toplum islamdan uzaklaşmışsa öncesinde bir esirlik yaşamış. bu gerek kalbi olarak gerek bedenen olmuş. bir dize." bu hürriyet hazin şey yıldızların altında. " nazım hikmet ran
ahmed hamdi tanpınar'ın meşhur romanı saatleri ayarlama enstitüsü'nde hayri irdal karakteri hürriyetten şöyle bahsediyor;

"fakir düşmüş bir ailede doğdum. buna rağmen çocukluğum epeyce mesut geçti. fakirlik, içimizde etrafımızda ahenk bulunmak şartıyla -ve şüphesiz muayyen bir derecesinde- zannedildiği kadar korkunç ve tahammülsüzbir şey değildir. onun da kendine göre imtiyazları vardır. benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti.

bu kelimeyi bugün sadece siyasi mânasında kullanıyoruz. ne yazık! onu politikaya mahsus bir şey addedenler korkarım ki, hiçbir zaman mânasını anlamayacaklardır. politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır. meğer ki dünyanın en kıt nimeti olsun; ve bir tek insan onunla şöyle iyice karnını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar. ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği hâlde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna, sokaklara fırladık.

nereden gelir? nasıl birdenbire gider? veren mi tekrar elimizden alır? yoksa biz mi birdenbire bıkar, "buyurunuz efendim, bendeniz artık hevesimi aldım. sizin olsun, belki bir işinize yarar!" diye hediye mi ederiz? yoksa masallarda, duvar diplerinde birdenbire parlayan fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birdenbire kömür veya toprak yığını hâline giren o büyülü hazinelere mi benzer? bir türlü anlayamadım.

nihayet şu kanaata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. hürriyet aşkı, bir nevi snobizmden başka bir şey değildir. hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık sık gelişlerinden birinde adamakıllı yakalar, bir daha gözümüzün önünden, dizimizin dibinden ayırmazdık. ne gezer? daha geldiğinin ertesi günü ortada yoktur. ve işin garibi biz de yokluğuna pek çabuk alışıyoruz. kıraat kitaplarında birkaç manzume, resmi nutuklarda adının anılması kâfi geliyor."